Sosyal Medya

Dünya

Ahmet Davutoğlu yazdı: Obama’dan Trump’a; çıkarılacak dersler ve karşılaşılacak zorluklar

Eski Başbakan ve AK Parti Konya Milletvekili, Ahmet Davutoğlu Al Jazeera Arapça kanalının internet sitesinde yayınlanan makalesinde, Obama dönemi ABD politikasının hatalarını ve sonuçlarını değerlendirdi, Trump yönetiminin dikkat etmesi gereken faktörlere işaret etti.



Barack Obama kadar dünyanın hem batısında ve doğusunda hem kuzeyinde ve güneyinde heyecan ve umut uyandıran çok az Batılı politikacı oldu. Fakat aynı zamanda Obama kadar dünya çapında ümitsizlik ve hayal kırıklığı yaratan da çok az politikacı olmuştur. Bu sebeple, onun ardında bıraktığı miras kesinlikle tartışmalı olacaktır.
 
Amerika BirleÅŸik Devletleri’nin Irak’ta yürüttüğü iki yıkıcı savaşın ve kötü planlanmış olan “teröre karşı mücadele” stratejisinin ardından Obama’nın seçilmesi, ABD’nin dış politikasının yeniden gözden geçirilmesi ve dünyadaki konumunun yeniden düşünülmesi için bir umudu temsil ediyordu. Bu, bilhassa, ABD’nin Orta DoÄŸu ile ve genel olarak Ä°slam dünyası ile olan iliÅŸkilerini düzeltmesi açısından önemliydi.
Aynı ÅŸekilde, Obama’nın Türkiye ve Mısır’da yaptığı coÅŸkulu ve dokunaklı konuÅŸmalar iki taraf arasında yeni bir dönemin habercisi olarak görüldü. Obama’nın demokrasi, insan hakları, çoÄŸulculuk, iyi yönetim ve ekonomik kalkınmaya yaptığı vurgu, ABD’nin daha önceleri bölgedeki otoriter rejimlere bu deÄŸerlerin hiçbirini dikkate almaksızın destek verme eÄŸiliminde olduÄŸu göz önüne alındığında, kaydadeÄŸer ve ilham vericiydi. Ne olursa olsun Obama’nın ortaya çıkışı; demokrasi, insan hakları ve ekonomik geliÅŸme ortak deÄŸerlerinin paylaşılması, otoritenin istikrar getireceÄŸi tezinin reddediliÅŸinin nihayet gerçekleÅŸeceÄŸi umudu ve böylece bölgesel iliÅŸkilerin desteklenmesi için iyi bir baÅŸlangıçtı.
 
Obama’nın dış ve özellikle de bölgesel politikalarının gözlemlenmesi ve analiz edilmesi, benim için sadece analitik ve politik bir merakın ötesinde oldukça kiÅŸisel de bir meseledir. Zira Obama’nın baÅŸkanlık koltuÄŸuna oturuÅŸundan kısa bir süre sonra, net ifade etmek gerekirse 1 Mayıs 2009’da, Türkiye’nin DışiÅŸleri Bakanı oldum. Bilhassa üç faktör, Obama’nın baÅŸkanlığına dair büyük umutlara ve yürüteceÄŸi dış politika hususunda iyimser beklentilere sahip olmama yol açtı.
 
"UMUT ETME CESARETÄ°"
 
Ä°lk olarak; siyah bir baÅŸkan seçilme mefhumunun bizzat kendisi, ABD ve genel olarak dünya için iyi bir haberdi ki böyle bir düşünceyi, Obama’nın baÅŸkan olma beklentisi ortaya çıkmadan çok önce, 2002 yılının Nisan ayında Princeton Ãœniversitesindeki bir konferansta yaptığım konuÅŸmada dile getirmiÅŸtim. Ä°nanıyordum ki böyle bir tercih, ABD politikasının ve Amerikan kimliÄŸinin kapsayıcı doÄŸasını yansıtacaktı. Bu deÄŸerlerin Amerikan dış politikası yoluyla ABD politikası nezdinde yükseliÅŸe geçmesi, benimsenmesi ve öne çıkarılması, dünyanın her yerinde kapsayıcılığa ve farklılığa verilecek desteÄŸin en güçlü kaynaklarından biri olacaktı. İç ve dış politika arasındaki sınırlar hiç olmadığı kadar silik hâle gelirken, tabiatının gerektirdiÄŸi ÅŸekilde, Amerikan iç politikasında böyle bir geliÅŸmenin yaÅŸanması dünya çapında da pozitif bir deÄŸiÅŸimi teÅŸvik edecekti.
 
Obama’nın insan hakları ve demokrasiye yaptığı vurgunun, retoriÄŸin ötesine geçip ABD dış politikasının, bilhassa da Orta DoÄŸu ve Kuzey Afrika bölgesine (MENA) yönelik politikaların bir parçası olacağını bekliyorduk. Bu o zaman da salt normatif ya da idealist bir beklenti deÄŸildi ve hâlâ da deÄŸil.
Ä°kincisi, Bush yönetiminin saldırgan tek taraflılığını ve müdahaleciliÄŸinin yerini yeni bir çok taraflılık yaklaşımının alacağı beklentisine sahiptik. Ne yazık ki geçen zaman tecrübesi ÅŸunu gösterdi: Obama’nın bu dış politika projeksiyonu pasif bir diplomasi ve sonuçsuz/yaptırımsız angajman siyasetine evrildi.
 
Üçüncü olarak, yukarıda belirtildiÄŸi gibi, Obama’nın insan hakları ve demokrasiye yaptığı vurgunun, retoriÄŸin ötesine geçip ABD dış politikasının, bilhassa da Orta DoÄŸu ve Kuzey Afrika bölgesine (MENA) yönelik politikaların bir parçası olacağını bekliyorduk. Bu o zaman da salt normatif ya da idealist bir beklenti deÄŸildi ve hâlâ da deÄŸil: Böyle bir bölgesel politikanın, ABD’nin bölgedeki çıkarları için de daha olumlu sonuçlar taşıdığına inanıyorum. Esasında, böyle bir politika, hâlihazırda meÅŸruiyetleri, dolayısıyla hayatta kalmaları risk altında olan güvenlik, dış politika ve ekonomik elitler üçgeniyle sınırlanmış Amerikan politikasının bölgedeki partnerlerini çeÅŸitliliÄŸini ve etkinliÄŸini toplumsal ve siyasi açıdan çoÄŸaltırdı.
 
SURÄ°YE: KARÅžILANMAMIÅž BEKLENTÄ°LER
 
Bu cihetle, 2008 yılında Obama’nın Amerikan halkı tarafından seçilmesi zamanın ruhuna uygundu ve onun dış politikasının da zamanın ruhuyla baÄŸdaÅŸan deÄŸerleri ve talepleri yansıtacağına inanıyordum. Bu beklentiler gerçekleÅŸmedi. Obama’nın dış politikasını baÅŸarı ve “umut etme cesareti”nden ziyade baÅŸarısızlık, hayal kırıklığı ve ümitsizlik karakterize etti. ABD geleneksel müttefiklerini yabancılaÅŸtırırken hasımlarını cesaretlendirdi. Demokrasilerin savunulması ve çoÄŸulculuÄŸun, insanlık onurunun ve namusunun öne çıkarılması -en iyi ihtimalle- isteksizce yapıldı.
Dürüst olmak gerekirse, Obama doğru bir yolda başladı ancak kendi dönemi boyunca bu yolu hiç takip etmedi. Doğru beyanatları bolca açıktan telaffuz etti fakat bunları hiçbir zaman doğru eylemlerle eşleştirmedi. Sevecen bir vizyon tasarladı fakat bunu, netice verecek eylemlerle desteklemedi. Kısaca, retorik ve uygulama arasında apaçık bir boşluk olageldi.
 
Güzel konuşmak her ne kadar övgüye layık bir kişisel özellik olsa da politik vizyonun, cesaretin ve sorumluluk sahibi politikaların yerine geçmez. Ayrıca, Obama yönetimi ile iyi işleyen kişisel diyaloğumuzu maalesef hiçbir zaman ortak çıkarlara ve endişelere dair meselelerde politik açıdan gelişme kaydetme aşamasına getiremedik.
 
Daha açık ortaya koymak gerekirse, Türkiye, Ä°srail ve Suriye arasındaki anlaÅŸmazlığın çözümü için 2007 ve 2008’in sonu arasında gerçekleÅŸen dört dolaylı barış görüşmesine arabuluculuk yaptı. Benim baÅŸkanlığımdaki bir heyetle aracılık edilen görüşmeler, 2008’in sonuna kadar meselenin özüne iliÅŸkin müzakereler ÅŸekilde pürüzsüzce gitti, hatta birçokları iki ülkenin barış anlaÅŸması için çerçeve bir anlaÅŸma imzalamasını bekliyordu. Fakat Ä°srail’in Gazze’yi 2008’in sonunda iÅŸgal etmesi, süreci rayından çıkardı. Bizler, Ä°srail’in, Suriye ile bir barış anlaÅŸmasına ulaşılabilir olduÄŸu tam da böylesi bir anda, üstelik Ä°srail’in BaÅŸbakanı Ehud Olmert’in iÅŸgalden sadece birkaç gün önce o dönemki BaÅŸbakanımız Recep Tayyip ErdoÄŸan ile yediÄŸi akÅŸam yemeÄŸi sonrasında uzun bir sohbet gerçekleÅŸtirmiÅŸken, savaÅŸa gitme niyetleri konusunda bizleri bilgilendirmeden bir kez daha savaşı seçmesiyle, doÄŸal olarak, ihanete uÄŸramış hissettik. Sürecin raydan çıkışı, Obama’nın baÅŸkanlık döneminin baÅŸlangıcına denk gelmiÅŸti. Ä°srail ve Suriye arasındaki bir barış anlaÅŸması, bölgesel politik manzara üzerinde ciddi ölçüde dönüştürücü bir etkiye sahip olacaktı. Böylesi bir anlaÅŸma muhtemelen önce Levant ülkeleri arasında ve daha sonra da geniÅŸ çaplı olarak bölgedeki ülkeler arasındaki iliÅŸkilerde yeni bir baÅŸlangıca öncülük edecekti. Fakat tam da korktuÄŸumuz gibi Obama yönetimi bu inisiyatifi tekrar canlandırmak için enerji ve gayret sarfetmemeyi tercih etti.
 
Hızla 2011’e gelelim: Obama yönetimi, Suriye konusundaki pozisyonuna dair doÄŸru bir söylemi benimsedi. 2011 yılının AÄŸustos ayında, Türkiye aynısını yapmadan evvel Esad rejiminin gayrimeÅŸru olduÄŸunu ilân ettiler. Esasında, 9 AÄŸustos 2011’de Esad’ın bizzat kendisiyle altı saatlik bir konuÅŸma yapmıştım. 14 maddelik bir barışçıl geçiÅŸ süreci hususunda mutabakata vardık ve Esad’ın gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra bu çerçeve planı deklare etmesi için iki haftalık bir süresi olacaktı. Amerikalı meslektaÅŸlarımızı da bu anlaÅŸma hususunda bilgilendirdik. Fakat ABD yönetimi, Esad rejimini gayrimeÅŸru ilân etmek için acele ediyordu ve bizlerin Esad ile çerçeve anlaÅŸmaya varmamızdan sadece bir hafta sonra bunu yaptılar. Aynı dönemde Esad rejiminin de çerçeve anlaÅŸmanın maddelerini defalarca ihlâl ettiÄŸini söylemeye ise gerek dahi yok. Zaten bunun akabinde rejimle olan tüm kontağımızı kestik.
 
Aynı ÅŸekilde, Obama yönetimi doÄŸru bir biçimde Esad rejiminin zulmünü ÅŸiddetle kınadı, rejimin deÄŸiÅŸmesi için çaÄŸrı yaptı ve kimyasal silah kullanımının askeri bir karşılığı tetikleyecek ve Esad rejimine sert tepkilerin yolunu açacak kırmızı bir çizgi olduÄŸunu ifade etti. Kamu önünde ilân edilen tüm bu pozisyonlar ve kırmızı çizgiler, Esad rejimi tarafından hemen hemen hiçbir yaptırıma tabi kalmayacak ÅŸekilde ihlal edildi, özellikle de 2013’ün AÄŸustos ayında kimyasal silahların kullanılmasıyla…
 
Türkiye, ülkeye akın eden milyonlarca mülteciden Suriye’de palazlanmış IŞİD ve PKK terörüne kadar çok sayıda zorlukla ve tehditle karşı karşıya kaldı. Bu gayrimeÅŸru rejim Türkiye açısından bu sorunların ve tehditlerin kaynağıydı fakat Obama yönetimi durumu bu ÅŸekilde kabul etmek ve eyleme geçmek konusunda isteksizdi. Obama yönetimi 'müttefiki' Türkiye’nin düşmanlarını sahada desteklerken Esad zulmünün devam etmesine müsaade ediyordu.
 
Ä°kili iliÅŸkilere dair de bir not düşelim: Obama yönetimi her ne kadar daha baÅŸlarda Esad rejimini gayrimeÅŸru olarak nitelese ve Esad’ı büyük suçlar (insanlığa karşı suçları da içeren ÅŸekilde) iÅŸlemekle suçlasa da yine aynı Obama yönetimi, Türkiye’nin savaÅŸtan harap olmuÅŸ ve gayrimeÅŸru bir rejim tarafından yönetilen bir ülkenin komÅŸusu olarak karşı karşıya kaldığı zorlukları, sorunları ve tehditleri anlamak konusunda büyük bir anlayışsızlık sergiledi. Türkiye, ülkeye akın eden milyonlarca mülteciden Suriye’de palazlanmış IŞİD ve PKK terörüne kadar çok sayıda zorlukla ve tehditle karşı karşıya kaldı. Bir baÅŸka deyiÅŸle, bu gayrimeÅŸru rejim Türkiye açısından bu sorunların ve tehditlerin kaynağıydı fakat Obama yönetimi durumu bu ÅŸekilde kabul etmek ve buna göre eyleme geçmek konusunda isteksizdi. Günün sonunda, tam aksine, Obama yönetimi “müttefiki” Türkiye’nin düşmanlarını sahada desteklerken Esad zulmünün devam etmesine müsaade ediyordu.
 
 
KRİTİK YIL 2013: BÖLGESEL VE KÜRESEL KARIŞIKLIKLAR
 
Dahası, Obama’nın Kahire’deki beyanları takdire ÅŸayan, ileri görüşlü ve yüreklendirici iken, Arap dünyasındaki nüfusu en kalabalık ülkenin ilk seçilmiÅŸ cumhurbaÅŸkanına yapılan askeri darbeye karşı duruÅŸu üzücüydü ve hayal kırıklığına yol açtı. Suriye’deki ayaklanmanın silahlı bir isyana dönüşmesi, Mısır’daki darbe ve IŞİD’in yükseliÅŸi, Arap dünyasındaki demokrasi ve insanlık onuru talep eden hareketlerin öne çıktığı bir dönemi farklı yöne götürdü. Bu açıdan, 2013 kritik bir yıldı. Obama’nın, Suriye’deki kırmızı çizgilerinin aşılmasına verdiÄŸi kaçamak yanıtlar ve Mısır’daki darbe; iktidarı bırakmak istemeyen diktatörleri zulümlerini sürdürmeye teÅŸvik etti, aşırılık yanlılarının anlatılarını besledi ve demokrasi ile insanlık onuru davasının altını oydu. IŞİD’in 2014’ten baÅŸlayarak kaydettiÄŸi hızlı yayılmayı anlamak için 2013’te neler olduÄŸunu daha iyi idrak etmek gerekiyor.
 
Fakat hikâye burada da bitmiyor: ABD’nin 2013’teki baÅŸarısızlığı aynı zamanda hasımlarına ve rakiplerine, ABD’nin eyleme geçmeyeceÄŸine güvenebilecekleri mesajını yolladı. Göründüğü kadarıyla da Rusya bu mesajı yürekten kabul etti. EÄŸer Obama yönetimi söylemleri ile eylemlerini tutarlı kılabilseydi muhtemelen Rusya, 2014’te Kırım’da ve Ukrayna’da ve daha sonra 2015’ten itibaren Suriye’de bu denli cüretkâr ve ezber bozucu davranamayacaktı.
 
Bir baÅŸka deyiÅŸle, Rusya’nın Ukrayna’dan Suriye’ye, Kırım’dan Libya’ya kadar tüm bu aktif tutumu, ABD’nin uluslararası hukukun kurallarına ve ilkelerine olan baÄŸlılık taahhüdü ve kendiliÄŸinden yahut bir tasarım dahilinde ilan ettiÄŸi hedefleri üzerine kurulmuÅŸ olan caydırıcılığından uzaklaÅŸmasının doÄŸrudan bir sonucudur. GeleceÄŸin tarihçileri belki de 2013’ü, ileriki on yılları ÅŸekillendiren, bölge çapındaki deÄŸiÅŸimi tersine çeviren ve küresel güç iliÅŸkilerindeki dinamikleri tekrar tanımlayan yıl olarak anacaklardır.
 
HATALI KAVRAMSALLAŞTIRMALAR VE YANLIŞ REÇETELER
 
Daha da trajik bir ÅŸekilde, Obama’nın etkisiz stratejileri, belli bir süre sonra Obama’nın meseleleri okumasını, anlamasını, anlamlandırmasını ve kavramsallaÅŸtırmasını dönüştürdü. Obama kolay bir biçimde sebeplerle sonuçları birbirine karıştırma tuzağına düştü. Suriye krizi aÅŸama aÅŸama terörle savaÅŸa -bu sefer IŞİD formunda- ve insani yardıma indirgendi.
 
Öte yandan, Ä°ran konusu da sadece nükleer dosyaya indirgeniyordu. Böyle bir okuma ise Ä°ran ile komÅŸuları arasındaki gerilimin asıl kaynağını es geçiyordu: Ä°ran’ın bölgesel politikası. ABD bu nükleer dosyada bile bizim, Brezilya’nın partnerliÄŸinde 2010 yılının Mayıs ayında Ä°ran ile ulaÅŸmış olduÄŸumuz anlaÅŸmadan daha kötü bir anlaÅŸma tesis etmek durumunda kaldı. Meslektaşım Brezilya DışiÅŸleri Bakanı Celso Amorim ile beraber Ä°ran delegasyonuyla yaptığımız zorlu müzakereler ara vermeksizin tam 17 saat sürmüştü. ABD’yi de anlaÅŸmazlığın üstesinden gelme yönündeki çabalarımız ve niyetimiz konusunda bilgilendirmiÅŸtik. Uzun ve külfetli müzakerelerin neticesinde, 16 Mayıs 2010’da uzlaÅŸmaya vardık. Washington’dan da olumlu bir dönüş bekliyorduk ancak Obama yönetimi sırf P5+1 tarafından ulaşılan bir anlaÅŸma olmadığı için bizim anlaÅŸmamızı ÅŸiddetle reddetti. O dönemde Ä°ran’ın uranyum zenginleÅŸtirme kapasitesi görece azdı. BeÅŸ yıl sonra P5+1, Ä°ran’ın çok daha yüksek bir zenginleÅŸtirme kapasitesine ulaÅŸtığı bir dönemde anlaÅŸma yapmak durumunda kaldı. Son olarak eklemek gerekir ki Irak meselesinde de Obama yönetimi için “Irak’tan bir ÅŸeklide çıkmak”, “Irak meselesini daha makul bir çözüme kavuÅŸturma yaklaşımına” galebe çaldı.
 
Bush’un acemice ve dar görüşlü müdahaleci politikasıyla -sırf Orta DoÄŸu’da deÄŸil ama bilhassa bu bölgede- ilintili rahatsızlıkların çoÄŸu, Obama’nın Orta DoÄŸu’dan çekilmeye dair yanlış konumlandırılmış politikasına da yansıdı. Göründüğü kadarıyla, Orta DoÄŸu’dan “çekilme” fikri ve zihniyeti, Obama yönetimine bölgeye yönelik mantıksız, etkisiz ve sorumsuz politikalar yürütme alanını açtı. Bu geri çekilme zihniyeti sadece Orta DoÄŸu ile de sınırlı deÄŸildi: Göründüğü kadarıyla, ABD dünya çapındaki sorumluluklarından da geri çekiliyordu. Mesela, bu “geri çekilmenin” yansımalarından biri, Obama yönetiminin problemlerin asıl kökünde yatan nedenlerin ve gerçek sorunların üstesinden gelmek yerine görece daha rahat meselelere zamanını ve enerjisini harcamayı tercih etmesiydi. Daha somut olarak ortaya koymak gerekirse, Obama yönetimi, Avrupa ile olan iliÅŸkilerini büyük ölçüde Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ä°ÅŸbirliÄŸi’ne indirgedi. Aynı dönemde Avrupa’nın entegrasyonu projesi ise 2. Dünya Savaşı’nın sonrasından bu yana gördüğü en zorlu krizle karşı karşıyaydı. Böyle bir durumun karşılığında Amerika’nın müttefikleri, hiçbiri diÄŸerinden daha iyi olmayan seçimler arasında tercihler yapmaya zorlandılar.
 
NOBEL ÖDÜLÜ ETKİSİ
 
Obama’nın baÅŸkanlık döneminin henüz baÅŸlarında Nobel Ödülü’nü kazanması muhtemelen daha sonraları yürüteceÄŸi dış politikasına zarar verdi. Bu ödül, Obama’yı, diplomatik pasifliÄŸe ve zorlu tercihler yapmayı ve sert güç kullanmayı gerektiren dış politika kararları almamaya teÅŸvik etti. Bu durum, onun dış politikasına köstek oldu. YaÅŸadığımız tecrübe gösteriyor ki Obama, Nobel Ödülü’nü erkenden verilmiÅŸ bir ödül olarak deÄŸil, gerçek bir baÅŸarı sonucu kazanmalıydı. Nobel Ödülü, Obama için çok erken ve çok kolay geldi.
 
Tarih, Obama’nın dış politikası hakkında kendi hükmünü verecektir. En iyi ihtimalle bile bu hüküm onun aleyhinde olacaktır. Obama, dönüştürücü bir dış politika figürü olmak ve kendi retoriÄŸi yerine statükonun mahkûmu olmayı tercih etti. BaÅŸkan Trump’ın önünde ise -her ne kadar ilk sinyaller pek ümit verici olmasa da- ABD’nin bölgeye ve genel olarak dünyaya yönelik dış politikasını düzeltmek için yeni bir fırsat sunan dört yılı var.
 
TRUMP YÖNETİMİ İÇİN DERSLER
 
İyi politikalar, dünyada ve bilhassa Orta Doğu bölgesinde neler olduğuna dair sofistike bir analizi gerektirir. Bölge tarihindeki en dönüştürücü dönemlerden birinden geçtiği için Donald Trump yönetiminin idareye geçtiği ilk günden itibaren daha sofistike bir bölge politikası üzerine çalışmaya başlaması mühim. Bu bakımdan, yeni yönetimin yeni bir dış ve bölgesel politika formüle ederken dikkate alması gereken üç faktör bilhassa önemli.
 
Yeni ABD yönetimi, Müslüman çoÄŸunluÄŸa sahip yedi ülkenin vatandaÅŸlarının ülkeye giriÅŸinin yasaklanmasından ABD-Meksika sınırına duvar örmeye kadar yaptığı hamlelerle zarar veren bir tek taraflılığı tercih etti. Bu hamlelerin, ABD’nin yeni yönetiminin Pentagon’a, IŞİD’e Irak ve Suriye’de ölümcül darbeyi vuracak bir plan hazırlaması talimatını verdiÄŸi bir zamanda gerçekleÅŸmesi oldukça paradoksal, zira bu durum Müslümanların yasaklanmasını kurumsallaÅŸtırıyor. IŞİD’e bu kadar yanlış bir yasak kararından daha iyi bir hediye verilemezdi.
 
İlk olarak, Arap dünyası çapında gerçekleşen isyanların altında yatan sebepler hâlâ olduğu gibi duruyor. Hiç yoktan, bu sebepler daha da derinleşti ve daha fazla göze çarpar hâle geldi.
 
Ä°ki hafta önce, Washington D.C.’de barışçıl bir iktidar devir-teslimi gerçekleÅŸti. Sokaklarda tanklar yoktu. Görünürde olan tek askeri personel, sadece törensel amaçlar için oradaydı. Bu bölgenin insanları da aynısını hak ediyor ve onlar bu imkana ulaÅŸana kadar bu bölgedeki toz bulutu dinmeyecek.
 
Yukarıda çizilen resim, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde teÅŸebbüs edilen eylemle de keskin bir tezat oluÅŸturuyor. Gülenci terör örgütünce (FETÖ) hazırlanan 15 Temmuz baÅŸarısız darbe giriÅŸimi, iktidarın demokratik yollarla seçilmiÅŸ sivil hükümetten gizli kapaklı iÅŸler yürüten bir terör örgütüne geçiÅŸini hedefliyordu. Maalesef Obama yönetimi bu vahÅŸi darbe giriÅŸimine karşın Türkiye ile yeterli seviyede bir dayanışma sergilemedi. Yeni ABD yönetiminden beklediÄŸimiz ÅŸey, Pennsylvania’da mukim olan cunta lideri Fethullah Gülen’in eylemlerinin hesabını verebilmesi için Türkiye’ye teslim edilmesi yönünde dayanışma sergilemesidir.
 
Ä°kinci olarak, bölgenin dört bir yanındaki insanlar ve bilhassa gençler arasında, gelecekteki politik gidiÅŸatı ÅŸekillendirecek yeni ve ÅŸu ana kadar olan bitenlerin neticesi olan bir politik psikoloji yayılıyor. İçinden geçilen tüm travmaya raÄŸmen, bu yeni politik psikoloji, belirmekte olan otoriteryanizmin ya da tavrın “yeni” ve daha ÅŸiddetli formunu kendi yazgısı olarak kabul etmeyi reddediyor.
 
Üçüncü olarak, bugünün dünyasının birbirine baÄŸlı doÄŸası, Orta DoÄŸu’da var olan bir krizin artık sadece bölgesel bir kriz olmakla kalmayıp uzun vadeli sonuçlarıyla küresel bir kriz olduÄŸu anlamına geliyor.
 
Batı, bölgede otoriteryenliğe geri dönüşe rıza gösterdikçe, bu durum kendi ulusal bağlamlarında da demokrasinin daha fazla erozyona uğraması riskini ortaya çıkarıyor. Avrupa, kendisi ve Orta Doğu bölgesi arasında Akdeniz gibi geçişken bir sınıra sahip olduğunun farkındaymış gibi gözükmüyor.
 
Son yıllardaki büyük ve trajik göçlerin gösterdiÄŸi gibi, Avrupa sınır güvenliÄŸine ve dikenli tellere ne kadar yatırım yaparsa yapsın bu geçiÅŸken sınır aşılabiliyor. Akdeniz’in bu tarafındaki insanlık trajedisi, Avrupa’da politik popülizmin yükseliÅŸi ve demokratik standartların düşüşü biçiminde bir politik felaketi ortaya çıkarıyor. 18 Mart 2016’da varılan ve bu sayede mültecilerin Ege Denizi’nde ölmesini engelleyen AB-Türkiye Mülteci AnlaÅŸması’nı meydana getiren 2015-16’daki süreci yürüttüğümüz Alman Åžansölyesi Angela Merkel, Avrupa Konseyi BaÅŸkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu BaÅŸkanı Jean-Claude Juncker gibi politik liderleri bir kenara koyarsak, Avrupa’nın siyasi liderleri Akdeniz havzasındaki halkların politik yazgısının birbirine baÄŸlı doÄŸasını hafife alıyor ve buna yeterli dikkati göstermiyor. Böylece, Avrupa’nın Akdeniz ve Atlantik Okyanusu arasındaki bir yarımada olduÄŸunu unutma eÄŸilimi içerisinde oluyorlar.
 
Aynı ÅŸekilde, Atlantik topluluÄŸunun bir parçası olan Avrupa’nın yazgısı da, kaçınılmaz bir ÅŸekilde, Atlantik ittifakında kıyının öte yakasındaki parçası olan Kuzey Amerika’nın (bilhassa ABD’nin) akıbetini ÅŸekillendirecektir. Bu yüzden, Orta DoÄŸu’daki krizlere gerçek ve kalıcı çözümler bulmak, ABD’nin ve Avrupa’nın politik elitlerinin ya da demokratik topluluklarının öncelikli çıkarları arasındadır.
 
TRAJİK BİR BAŞLANGIÇ VE ÖLÜMCÜL HATALAR
 
Bu noktada aşırı dikkatli olmak gerekiyor.
 
Obama ile olan karşılıklı beklentilerimiz karşılanamamış hâldeyken BaÅŸkan Trump’ın seçim öncesinde ve o zamandan bu yana ortaya koyduÄŸu performans ve kararlar endiÅŸe verici unsurlar taşıyorlar ve bizim beklentilerimizle tam bir zıtlık içerisindeler.
 
Ä°lk olarak, kapsayıcılık yerine dışlayıcılık seçimden beri bu yeni yönetimin kritik kararlarını tanımlayan özellik hâline geldi. Trump’ın göçmenler ve farklı kimliklerden insanlar (fakat spesifik olarak Meksikalı göçmenler, Ä°slam ve Müslümanlar) hakkındaki seçim kampanyası söylemi en iyi ifadeyle bir zehirli veya sorunlu olarak tanımlanabilir. ABD’nin kendi vatandaÅŸlarına, mukimlerine ve ABD topraklarında bulunanlara yönelik böyle dışlayıcı doÄŸaya sahip bir iç politika, tehlikeli bir tercih ve baÅŸka yerlerde takipte olan aşırı saÄŸ partiler için emsal teÅŸkil ediyor. Ayrıca ABD’nin imajını küresel ölçekte zedelediÄŸi gibi ABD’nin toplam gücünün ve dünyadaki konumunun kaydadeÄŸer bir miktarını oluÅŸturan yumuÅŸak gücünü de yok ediyor.
 
Ä°kinci olarak, çok taraflılık yerine faydasız bir tek taraflılık bir kez daha gündemimiz oldu. Yeni yönetim, Müslüman çoÄŸunluÄŸa sahip yedi ülkenin vatandaÅŸlarının ülkeye giriÅŸinin yasaklanmasından ABD-Meksika sınırına duvar örmeye kadar yaptığı hamlelerle zarar veren bir tek taraflılığı tercih etti. Bu hamlelerin, ABD’nin yeni yönetiminin Pentagon’a, IŞİD’e Irak ve Suriye’de ölümcül darbeyi vuracak bir plan hazırlaması talimatını verdiÄŸi bir zamanda gerçekleÅŸmesi oldukça paradoksal, zira bu durum Müslümanların yasaklanmasını kurumsallaÅŸtırıyor. IŞİD’e bu kadar yanlış bir yasak kararından daha iyi bir hediye verilemezdi.
 
BaÅŸkan Trump’ın Müslümanlara konulan yasağı imzaladığı günün Holokost’u Anma Günü’ne denk gelmesi de tarihin bir ironisi. Bir daha asla hiçbir kimseyi, dini, topluluÄŸu kollektif bir ÅŸekilde ÅŸeytanlaÅŸtırmamak, bu anmanın öncülük ettiÄŸi ilke olmalıydı.
 
EÄŸer tersi bir politikaya dönülmezse, Trump’ın, Avrupa’nın entegrasyonu projesini küçümsemesi ve NATO’nun önemini azımsaması, transatlantik topluluÄŸu arasındaki baÄŸları sarsacaktır ki bu da yine ABD’nin ulusal çıkarlarının aleyhinde olacaktır.
 
Benzer ÅŸekilde, 11 Eylül’ün arkasındaki düşünce de farklı insanlar, dinler, topluluklar ve medeniyetler arasındaki fay hatlarını harekete geçirmekti. 11 Eylül, ilk ve öncelikli olarak toplumların kapsayıcılığını, beraber yaÅŸama fikrini, çokkültürlülük fenomenini hedef almıştı. Ãœzerinde ısrar edilmesi durumunda Müslümanlara dönük bu yasak, 11 Eylül faillerini daha önce hayal etmedikleri kadar iyi bir hediyeyle ödüllendirecektir. Bu yasak, Ä°slamofobi’nin bir süper gücün hükümet politikası olarak kurumsallaÅŸması anlamına gelecektir. Bu da dünya çapında kutuplaÅŸmayı arttıracak ve toplumların, dinlerin ve medeniyetlerin arasındaki sosyo-politik fay hatlarını harekete geçirecektir. Korku asla politik kazanımlar için bir araç olarak kullanılmamalıdır.
 
Kapsayıcılık, insanlık onuruna saygı ve insan hakları ile özgürlüklerine bağlı kalmak, 11 Eylül faillerinin ve DEAŞ alçaklarının çarpık ideolojilerine karşı durmak için en kuvvetli vasıtalar olacaktır. Bu ilkeleri ve değerleri ihmal etmekse, aksine, bu faillerin güç kaybeden ve ölmekte olan bu ideolojilerine hayat öpücüğü vermek ile farksız olacaktır.
 
Ä°slam’ın ve Müslümanların güvenlik problemi hâline getirilmesi, sadece ABD ve onun Müslüman nüfusu arasında deÄŸil, ayrıca ABD ve daha geniÅŸ anlamda Ä°slam dünyası arasındaki çatlakları da derinleÅŸtirecektir.
 
Üçüncü olarak, ABD’nin Orta DoÄŸu bölgesine yönelik politikasının öncülü, bölgeye dair sofistike bir anlayış olmalı. Bu bakımdan, Trump’ın ABD’nin Ä°srail BüyükelçiliÄŸini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımaya dair açık beyanı eÄŸer uygulamaya geçirilirse trajik bir baÅŸlangıç ve ölümcül bir hata olacaktır. Bu hamle, ABD’nin çıkarlarına aykırı olacak, gerilim yaratacak, neredeyse kesin bir ÅŸekilde Filistin ve Ä°srail arasında kanlı çatışmalara yol açacak ve iki devletli çözüme dair herhangi bir ÅŸansı dinamitleyecektir. Daha fazla ÅŸiddet ve akan kan döngüsünün fitilini ateÅŸleyecek ve bölgede yayılacak her türden aşırıcılık için verimli bir zemin temin edecektir. Kudüs sadece Kudüs deÄŸildir. Kudüs sadece Ä°srail ve Filistin hatta tamamıyla Araplar arasındaki bir anlaÅŸmazlığın ötesinde çok daha büyük bir potansiyel çatışma kaynağıdır.
 
Bu üç faktörün bir arada yaratacağı etki, bölgede ve dünyada ABD’nin rolü ve varlığı için daha aşındırıcı olacaktır. Bunun karşılığında da diÄŸer güçlere -Rusya veya Çin olabilir- ABD ve onun geleneksel Orta DoÄŸu müttefikleri arasındaki yıpranmış baÄŸlardan doÄŸan boÅŸluktan faydalanmaları için daha fazla fırsat verecek ve bölgede, bunun uzantısı olarak da dünyada ABD’yi marjinalleÅŸtirecektir.
 
Dördüncüsü, eÄŸer tersi bir politikaya dönülmezse, Trump’ın, Avrupa’nın entegrasyonu projesini küçümsemesi ve NATO’nun önemini azımsaması, transatlantik topluluÄŸu arasındaki baÄŸları sarsacaktır ki bu da yine ABD’nin ulusal çıkarlarının aleyhinde olacaktır. Spesifik olarak Trump’ın Brexit’e yaptığı övgü ve bu kararın itibarını baÅŸka baÄŸlamlarda desteklemesi ve ayrıca kıta çapında popülist hareketlerle yakınlık kurması; politik, ekonomik veya sosyal, her türden güvenlik sorununa davetiye çıkarmaktadır. Avrupa’nın entegrasyon projesinin tersine dönmesi ve çözülmesi, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana yapılmış en vahim hatayı teÅŸkil eder ve bunun neticeleri derin ve uzun vadeli olur. Böyle bir süreç, Avrupa’da güç dengesine dair uzun süredir toprağın altında gömülü olan sorunların da tekrar yükseliÅŸe geçmesine yol açabilir. Bu da sadece Avrupa için kötü bir haber olmayıp ABD’nin küresel konumunu da doÄŸrudan ve hızlı bir ÅŸekilde sarsar. Bu yüzden, Trump yönetimi Orta DoÄŸu, Asya yahut Avrupa fark etmeksizin geleneksel müttefiklerinin güvenini tekrar kazanmak için çabalamalı ve mevcut baÄŸlarını kuvvetlendirmelidir.
 
Obama’nın sönük dış politika mirası, yeni ABD yönetimini demokrasi ve insan hakları yönelimli, halk canlısı yeni bir dış politika kurgulaması için motive etmeli. Mevcut müttefikleri ile baÄŸları geliÅŸtirmeli ve yeni müttefikler kazanmayı gözetmeliler. Bunlar, daha büyük bir yıkımdan kaçınılması ve dünya çapındaki otoriteryanizme kayışın durdurulması için tüm dünyanın yükü omuzlaması amacıyla yapılmalı.
 
Bugün insanlığın ihtiyaç duyduğu şey çok açık: Daha kapsayıcı, daha çok taraflı ve daha insancıl bir uluslararası düzen.
 
AL JAZEERA
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.